12 Eylül Darbesinden sonra MHP Davası sanıklarından Agah Oktay Güner, “Biz zindandayız ama fikirlerimiz iktidarda!” dediğinde yakın siyasi tarihe böylesine bir iz bırakacağının belki de farkında değildi. O günden sonra pek çok kez kullanıldı bu klişe lakin hiçbiri 28 Şubatçılar kadar isabetli olmamıştır. Çetin Doğan ve Çevik Bir gibi 80’li yaşlarda askerler cezaevindeyken projeleri başarıyla hayata geçiyor. Hatta onların hayal edemeyecekleri kadar kolay ve yaygın biçimde. Sadece başörtülü kadınların, yaşlı hacı amcaların yaşadıklarından hareketle söylemiyorum bunu.
Avrupa Birliği karşıtlığından, Avrasya çılgınlığına ve liberal düşünceyi boğma çabasına kadar her şey onların hayaliydi. Atakürt türü yazılarla kağıttan kulelerini yerle bir eden Ahmet Altan’ı gazetesinden kovdurup bir yıl 8 ay hapis cezasına çarptırmışlardı. Mehmet Ali Birand’ı, Akın Birdal’ı Cengiz Çandar’ı andıçlayıp hedef haline getirmişlerdi. Fakat cezaevine atıp 5 yıl içerde tutamamışlardı. Tetikçi gönderip suikast düzenledikleri Birdal’ın kahramanlaşmasını engelleyememişlerdi. Hüda Kaya’yı kelepçeleyip götürmüş ama hiç olmazsa linç ettirmemişlerdi.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Devlet memurlarını kanun hükmünde kararnamelerle bir imzayla işten atmak istemişler, hukukçu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer engeline takılmışlardı. Sezer bu talebi iki kez veto edip geçit vermemişti. Bugün 200 bine yakın kamu çalışanı sadece işini değil bütün sosyal güvencesini ve hatta çalışma hakkını bile kaybetmiş durumda.
1999 yılında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “28 Şubat geride kaldı” açıklamasına, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu “Gerekirse bin yıl sürer” diye karşılık vermişti. Aradan geçen 25 yıla bin yıllık icraat sıkıştırdılar.
Başörtülüler üniversiteye gidebiliyor ancak bir o kadarı da cezaevinde. Artık okula girerken başörtüleri çekilip alınmıyor lakin karakollarda ve cezaevlerinde çıplak aramaya maruz kalıyorlar.
Polisler okul önlerinde nöbet tutmuyorlar onun yerine doğumhane kapılarından ayrılmıyorlar. Lohusa kadınları bebekleriyle birlikte gözaltına alınıyor.
Başörtülü anneler kışlalara girerken zorluk çıkarılmıyor ama cezaevinde çocuklarını ziyaret ederken taciz ediliyorlar, 70’lik ninelere bile çıplak arama dayatıldığı şikayetleri ayyuka çıkıyor.
Yargıçlar brifing almıyor daha ötesi kararlar ellerine yazılı veriliyor. Direnen olursa duruşma arasında kelepçeleyip götürüyorlar.
Çevik Bir’in hayali gerçek oldu. Bin 69 okul ve 900’den fazla öğrenci yurduna el koyup yağmaladılar. 28 Şubatçıların ‘Yeşil Sermaye’ diye fişlediği pek çok işadamının malına çöktüler. Onlar ‘irticacı köfteci’ söylemini mahcup bir edayla kısık sesle söylerdi. Şimdi ‘baklava imamı’, ‘etli ekmek sorumlusu’ haberleri gazetelerin birinci sayfasında.
İsmail Hakkı Karadayı yaşasaydı ilerleyen yaşına rağmen tutuklu olacaktı; komutanın eli ayağı, sırdaşı özel kalem müdürü Hulusi Akar ise Savunma Bakanı… Hem de Genelkurmay Başkanı’nı postası gibi kullanan güçlendirilmiş bir Savunma Bakanı.
28 Şubatçılar, demokrasiye değil ama İslamcılara ‘balans ayarı’ yaptı; sopayla yenemediklerini havuçla peşlerine taktılar. Kazan kazan oyunu oynuyorlar.
Hırsızlığın meşru, işkencenin normal olduğu bir ülke kurdular elbirliğiyle. Sendikalar, patronla işçi adına değil işçiyle büyük patron adına pazarlık yapıyor artık. Üniversite, bilim ve fikir yerine milliyetçi soslu efsanelerin üretildiği aile şirketlerine dönüştü. Rektörler cumhurbaşkanının atanmış mal müdürü haline geldi. Valiler, iktidar partisinin il başkan yardımcısı kıvamında.
Recep Tayyip Erdoğan mağdur belediye başkanı portresinin arkasına sığınarak yükseldiği konumda, onlarca belediye başkanını görevden alıp yıllarca hapiste tutuyor. Meclise girmek için Alparslan Türkeş’le ittifak yapan Necmettin Erbakan’a kafa tutan Erdoğan, Devlet Bahçeli’ye teslim oldu; bir dediğini iki etmiyor. 90’lı yılların başında Süleyman Demirel-Erdal İnönü’nün tanıdığı “Kürt realitesinde” başa dönüldü. Yine katiller parti binalarını basıp katliam yapıyor; yine Kürtler siyaseti cezaevinde sürdürüyor.
28 Şubat, siyasal İslamcıları para ve iktidarla etkisiz hale getirdi. Cemaatleri onun üzerinden devşirdi. Direnenlere tek seçenek zindan kaldı.
Sermaye tekeli oluştu. Devlet, kamu kaynaklarının peşkeş çekildiği mafyatik bir organizasyona dönüştü. Susurluk skandal olmaktan çıktı, devletin yönetim şekline dönüştü. ‘Bir kısım medya’ yok artık, tekmili birden yandaş oldu. Akredite gazeteciler en azından ‘mış gibi’ yapıyordu, havuz yazarları o kadarına dahi zahmet etmiyor.
28 Şubat, bin yıl sürmeden başarıya ulaştı. Ve bunu Erdoğan’a borçlular…