Temcit pilavını bir kez daha ısıtıp önümüze koydular. “Yetti artık ama” diye insanın avazı çıktığı kadar bağırası geliyor. “Yetmez ama evet” lincinin son perdesinden söz ediyorum. Ülkedeki bütün kötülüklerin anası 12 Eylül 2010 referandumu imiş gibi ne zaman bir olumsuzluk yaşansa aynı mavrayı dinliyoruz. O gün kabul edilen hangi madde önceki halinden daha kötüydü diye sorsanız cevap veremiyorlar. Çünkü meselenin maddelerle filan alakası yok; ağızlarından çıkaramadıkları bakla, kaynağını demokrasiden almayan iktidarı kaybetmeleri. İstedikleri anda parti kapattırabilme, hoşlarına gitmeyen kanunu çöpe atabilme lükslerinin gidişini hala sindiremiyorlar. Ama bunu söyleyecek cesaretleri de yok. Gelsin gölge boksu…
Erdoğan’ı milletin başına onlar bela etmemiş gibi ellerini yıkayıp çekilme hatta alacaklı çıkma peşindeler. İstanbul Belediye Başkanıyken, Ziya Gökalp’in Asker Duası şiirini okudu diye hapse atarak yıllarca istismar edeceği bir mağduriyet hikayesini veren onlar değilmiş gibi…
2007’de eşi başörtülü cumhurbaşkanını engellemek için anayasayı amuda kaldırarak 367 krizini sanki onlar yaşatmadı. Halk bu şımarıklığı cezalandırmak için bir önceki seçimde yüzde 34,3 verdiği AKP’yi yüzde 46,7’ye taşıdı. Yandaki sandıkta cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören anayasa değişikliğini, yüzde 68,95 ile kabul ederken motivasyonu yine aynıydı. Yanlış ekonomik politikalar ve bilhassa patlayan kredi kartı mağduriyetleri yüzünden iktidarı sarsılan Erdoğan’ın imdadına yine bu kafalar yetişti. Açılan davada 1 oyla kapanmaktan kurtulan AKP, 2009’daki yerel seçimde yüzde 38’de tutunabildi. Genel seçime göre yaklaşık yüzde 8’lik düşüş kapatma davası olmasa daha artabilirdi. Erdoğan’ı döve döve (bir rivayette dövüyormuş gibi yaparak) büyüttüler.
Bugün Cumhurbaşkanlığı ve AKP liderliğini birlikte yürüten seçilmiş kral Erdoğan artık mağdur edebiyatına müşteri bulamıyor. Ancak edebiyatını yaptığı şeylerin yaşandığı zamanlarda doğal olarak taraftar topluyordu. Üstelik icraatla desteklenmiş vaatlerle bambaşka bir siyasetçi portresi çiziyordu. Milli Görüş gömleğini çıkardığını deklare etmiş, siyasete üç dönem ve 65 yaş sınırı koymuştu. LGBT konusunda bile solcuyum diyenlerden daha cesur açıklamalar yapmıştı. Erdoğan, 2004’te Abdullah Gül’le birlikte AB Nihai Belgesine koyduğu imzayla siyasal İslamcıların boy hedefi haline geldi ama geri adım atmadı. Avrupa Birliği gerçek bir hedef olarak takip ediliyor, uyum yasaları bir bir çıkarılıyordu. “Üye olamasak bile Kopenhag Kriterlerini Ankara kriteri yapıp devam ederiz” diyordu.
2010 referandumunda halk, ikide bir iradesine ipotek konulmasına duyduğu öfkeyle; liberal ve demokrat aydınlar ise AB hedefleri konusundaki ciddi adımlardan doğan umutla sandığa gitti. Karşı çıkanlar ise kaybedecekleri şaibeli iktidardan dolayı direniyordu. Sonunda istedikleri oldu ve Türkiye, Kapıkule’yi çıkamadan şarampole yuvarlandı. Sistemin ana kolonları, yasama, yürütme ve yargı çöktü; artık sadece Erdoğan ve onun buyrukları var.
Erdoğan’ın demokrat olabilme ihtimaline kredi açanlara öfkelerini perdeledikleri sızlanmaları sizi aldatmasın. ‘Yetmez ama evet’çileri her fırsatta linç etmeye kalkanlar için bugünkü Erdoğan, Kopenhag yolcusu Erdoğan’dan daha makbul. Şöyle düşünüyorlar: Kapıkule geçilseydi, dönüş olmazdı ve eski altın çağlarına yeniden kavuşma umutları tamamen biterdi. Şimdi Saray’a nüfuz ederek bir kısım kazanımlar elde edebiliyorlar. Daha önemlisi Erdoğan’dan sonrası için plan yapabiliyorlar.
Cevap verme ihtimalleri yok ama yine de hafıza tazelemekte fayda var. O maddeleri kısaca özetleyeyim, bakalım hangisine kulp takabilecekler:
—Yüksek Askeri Şura’daki ihraç kararlarına yargı denetimi getirildi. Memurlara verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolu açıldı. Hukukun temeli, idarenin bütün eylemlerinin yargı denetiminde olması.
—Askeri yargının görev alanı daraltıldı. Askerlerin ağır cezalık suçlarda sivil mahkemelerde yargılanması mümkün kılındı. Savaş hali dışında sivillerin askeri mahkemede yargılanması yasaklandı.
—12 Eylül Darbesinin sorumlularının yargılanmasını engelleyen “geçici 15. madde” kaldırıldı.
—Kamu Denetçiliği Kurumu (ombudsmanlık) kuruldu.
—Partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına eylem ve söylemleriyle neden olan milletvekillerinin vekilliğinin düşmesi engellendi. Parti kapatmayı zorlaştıran madde, bu konudan en çok şikayet eden AKP ve HDP’nin anlamsız tavrıyla paketten çıkarıldı.
—Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gazilere pozitif ayrımcılık getirildi.
—Kişilerin yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlandı.
—Memurlara toplu sözleşme hakkı verildi. Toplu sözleşme sırasında uyuşmazlık çıkması durumunda Uzlaştırma Kurulu’na başvuruluyor.
—Yargının, yetki gaspı yaparak yürütme erki gibi davranması yasaklandı.
—Anayasa Mahkemesi’nin yapısı ve görev alanı değişti. Vatandaşlara Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı verildi.
—Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu… Yüksek yargı ile HSYK birbirini seçen bir mekanizma olmaktan çıktı, yerelde görev yapan ve asıl yükü çeken hakim ve savcılara kendilerini yöneten kurulu seçme hakkı verildi. AYM’nin iptal kararıyla çoğunlukçuluğun önü açılmasa daha iyi olacaktı. Ama yine de o ilk kurulun tartışılan, eleştirilen kararı neredeyse yok. Yeni anayasada HSK, Saray’a bağlı bir genel sekreterliğe dönüştü, yargının seçim hakkı elinden alındı; buna rağmen ilk kurul kadar eleştiri almıyor.
2014 HSYK Seçimlerinde Ulusalcı-Cumhuriyetçi cephe, yani “yetmez ama evet”çi olmayanlar Erdoğan’la koalisyon kurdu. İlk icraat olarak 17-25 Aralık’ı kapatacak ve tamamen dokunulmaz bir iktidarı mümkün kılacak yargıyı inşa ettiler. Şimdi de birçoğu yüksek yargı koltuklarında oturup keyif çatıyor. Onların medyatik kalemşörleri ise fırsat buldukça 2010 referandumuna destek verenleri linçliyor.
2017 referandumu, Erdoğan’ın ülkenin tapusunu üzerine aldığı gündür. Onunla ilgili ne direnişlerini ne de özeleştirilerini duyduk. Ülke, Suriye bataklığına sürüklenirken de suç ortağıydılar. “Batıcı ve cemaatçi generaller direniyordu iyi oldu gitmeleri” diye içten içe sevinenler bugün rejimin bulaştığı savaş suçlarını kınıyormuş gibi yapıyor. Hadi oradan ikiyüzlüler…
Cemaati biçtiği, Osman Kavala, Ahmet Altan ve Selahattin Demirtaş’ı tutukladığı için Erdoğan’ı kutlayan sevinç çığlıkları atmadıkları kalıyor. ‘Yetmez ama evet’ linçleri o çığlıkların kamuflajlı halidir; kuşkunuz olmasın.